Neden kaygı yaşıyorum? Sadece ben mi böyle kaygılıyım? Bu kaygıdan artık kurtulmak istiyorum. Ben sosyal fobik miyim? Ben kaygılarımdan nasıl kurtulabilirim? Bu mümkün değil!… Buna benzer sorular ve düşünceler zihninizi oldukça meşgul ediyor olabilir. Lakin şunu söylemeliyim ki her insan için “Kaygı” duygusu olmazsa olmazdır. Çünkü kaygı, gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı uyarıcı bir fonksiyonu olmasıyla insanın temel duygularından biridir. Bize olası tehditler konusunda plan ve hazırlık yapmamızı sağlar. Hafif, orta ve şiddetli olarak yaşandığı görülür. Yaşanılan orta şiddetli bir kaygı insanı tedbirli olmaya ve motivasyon sağlamaya götürürken şiddetli bir kaygı, hayatını daha zorlaştıran bir hale getirebilir. Her insan kaygı yaşar ancak şiddetli yaşayanlar kendilerini daha çaresiz hissederler.
Sosyal Kaygı ise özellikle sosyal ilişkilerde ortaya çıkan bir kaygı türüdür. Sosyal kaygı yaşayanlar, yaşadıkları kaygı belirtilerinin (gerginlik, dikkati toplamada zorluk, fizyolojik uyarılma vb…) o an yaşadıkları ya da daha yaşayacaklarının toplumsal etkileşimden kaynaklı olduğunun farkındadırlar. Genel olarak bu durum yaşadığımız kaygı düzeyimize göre değişebilir. Aslında hepimiz bir şekilde bir iş görüşmesine gideceksek ve ya hiç tanımadığımız bir ortama gireceksek, bir buluşmaya hazırlanıyorsak daha gergin hissederiz kendimizi. Lakin bunu daha şiddetli yoğunlukta ve süreklilikte yaşayanların sosyal kaygısı olduğu kabul edilir. Yani diyebiliriz ki yaşadığımız sosyal kaygı düzeyine göre hepimiz aslında bir şekilde bu tablonun bir noktasında yer alırız.
Zaman zaman sosyal kaygı ile içe dönük kişilik yapısına sahip bireylerin karıştırıldığı görülmektedir. Burada ki ayırt edici özellik, içe dönük kişilerin kendi başlarına zaman geçirmeleri, sosyalleşmeye ve kalabalık ortamlara girmemeleri bir tercih iken sosyal kaygısı olan insanlar bunu istedikleri halde gerçekleştirmede zorlanmakta ve çekingenliklerinden memnun olmadıklarını söylemektedirler. Yani biri tercihtir, bir diğeri istediği halde zorlanmakta ve yapamamaktadır. Toplumlarda sosyal fobi tanısına çok sık rastlanır. Yapılan bazı araştırmalarda birçok kişinin yaşamı boyunca zaman zaman sosyal kaygı yaşadığı görülmüştür. Erkeklere oranla kadınlarda daha sık görülmekte olduğu ve yaklaşık sosyal fobi yaşayanların % 60’ı kadın olduğu belirtilmektedir. Bazı araştırmalarda ise erkeklerde daha sık ortaya çıktığı ve bunun kadının ev ortamında olması ve sosyal kaygılarını iş hayatına girmeyerek bu şekilde daha çok gizleyebilmesiyle açıklamaktadır. Bu da bize toplumlarda ki kadın erkek rollerine ve toplumsal kabule göre sonuçların değişebileceğini göstermektedir.
Sosyal fobi, çocukluktan ziyade daha çok ergenlik ve erken yetişkinlikte başladığı bilinmektedir. Yaşadıkları zorluk ve sosyal ortam ve durumlardan kaçınmaları sebebiyle, bir işte çalışma ve sürdürme oranları daha düşük olmaktadır. Buna bağlı olarak sosyoekonomik durumlarının düşük olduğu görülür. Sosyal kaygı yaşayan bireyler başkalarıyla konuşurken kendilerini gergin ve beceriksiz hissederler. Yaptıkları şeylerin yanlış olduğunu karşı taraftan çok sersem göründüklerini düşünürler. Çünkü diğerlerinin kendileri hakkında ne düşündükleri ile çok fazla ilgili olurlar. Konuşurken dilleri sık sık sürçebilir, yanlış şeyler söyleme gerginliğiyle terleme ve titreme şeklinde dışa vuran fizyolojik belirtiler gösterebilirler. Bazen nasıl göründükleri, nasıl konuştuklarına o kadar takıntı yaparlar ki konuşmayı devam edemez hale gelebilirler. Sosyal kaygı yaşayan bireyler belirttiğimiz gibi içe dönük insanlar gibi değildirler. Daha çok arkadaşları olsun, bir yardıma gereksinim duyduklarında daha çok başvurabilecekleri kişiler olsun isterler. Ancak çekingen yapıları yeni arkadaşlar edinme noktasında ve devam eden arkadaşlıklarında yardım isteme de onlara engel olur.
Yapılan bir araştırmada, bir grup üniversite öğrencisine diğer deneklerle birlikte çalışmak için bazı görevler verilir. Diğer öğrencilerin kendileri hakkında ne düşünmüş olabilecekleri sorulur. Cevap olarak sosyal kaygılı öğrenciler, diğerlerinin kendilerini sevmediği ve pek yetenekli olarak görmediği gibi yorumları kaygıyı daha az yaşayan öğrencilerden fazla yapmışlardır. Bir başka deneyde ise deneklere televizyonda canlı yayına telefon bağlantısıyla bir tartışmaya katılacakları söylenmiştir. Aslında deneklere sadece önceden kaydedilmiş bir görüntü izletilmiş ve bu görüntüde denekmiş gibi rol yapan bir araştırmacı yer almıştır. Araştırmacının tavrının sabit olmasına rağmen, sosyal kaygı yaşayan insanlar, kaygısız insanlara göre karşılarında ki kişinin yüz ifadelerini daha olumsuz algılamışlardır (M. Burger, 2016: 313). Yani sosyal kaygı yaşayanlar ilişkilerinin kötü gideceğini düşünür ve karşı taraftan bunun kanıtlarını arayıp bulmaya çalışırlar. Bu da onların karşılarındaki kişilerin ondan hoşlanmadıklarını düşünmelerine, konuşmak ve görüşmek istememelerine daha belki tomurcuklanmaya başlayan bir ilişkiyi bir arkadaşlığı kesmelerine neden olur.
Sosyal fobisi olan birinin düşünceleri olumsuz olarak başlar ve harekete geçer. Çokça endişe duyar ve fazlasıyla tedirgin olur. Yaşadığı ve zorlandığı durumlar karşısında ilk tepkisi ”buradan kaçmalıyım, uzaklaşmalıyım” şeklinde olurken bunu fizyolojik belirtiler; kalp çarpıntısı, kaslarda gerginlik sonucu titreme, boğazın düğümlenir gibi olması, ateş basması sonucu terleme veya birden buz kesme şeklinde görülebilir. Büyük ihtimalle de baş ağrısı ya da vücudun en hassas bölgesi neresiyse o bölgede ağrıların yoğunlaşması veya mide ve bağırsak problemlerinin ortaya çıkması şeklinde devam edebilir.
Sosyal kaygının kişiye yaşattığı gerginlik ve korkunun sebebini çoğu araştırmacı “değerlendirilme korkusu” olarak açıklar. Tanımadıkları biriyle buluşmak, topluluğa konuşmak, yeni bir ortama girmek, topluluk içinde yemek yemek ve gözetlenirken performans sergileme gibi durumlarda yaşadıkları alarm durumu değerlendirilme korkusundan kaynaklanır. Bu da onları genellikle böyle ortamlardan kaçınmaya götürür. Durumdan kaçmanın pek de mümkün olmadığı zamanlarda ise iletişimi çok az kurarlar ve göz temasından kaçınırlar. Kendilerini korumaya dönük bir etkileşim tarzları vardır. Bu sebeple de bilinçli bir şekilde konuşmalarını kısa tutarlar, hoş görünme çabaları vardır ve tartışmalı, onları utandırabilecek konulara hiç girmezler. Bu sayede karşısındaki insanda olumsuz etki yaratma durumunu azaltmış olduklarını düşünürler.
Nedensel Etkenler;
-
Öğrenilmiş davranışlardan yani doğrudan veya dolaylı olarak klasik koşullanma yaşadığı bazı olaylardan kaynaklı olabilmektedir. Sosyal bir yenilgi ve aşağılama, öfke ve eleştiriye maruz kalmak veya bu tarz durumlara tanık olmak şeklinde açıklanabilir. Genellikle sosyal fobisi olanlarda anne babasının sosyalleşmeyi değersiz görmesi ve toplumsal açıdan daha yalıtılmış olması olasılığının yüksek olduğu bilinmektedir.
-
Belirsizlik ve öngörülemezlik algısı da neden olabilmektedir. Kaygılı olaylara örneğin, anne babanın ayrılması ve boşanması, aile içi geçimsizlik veya cinsel taciz gibi durumlara maruz kalmak sosyal fobinin gelişmesinde etkisi olabilir.
-
Bilişsel etkenlerinde sosyal fobinin başlaması ve devam etmesinde rol oynadığı bilinmektedir. Diğer kişiler tarafından reddedilme ya da olumsuz değerlendirilme beklentisi ortaya çıkar ve bu da tehdit kaynağı olarak gördüğü topluluklar arasında incinebilirlik hissini artırır. Bir diğer bilişsel yanlılık da olumsuz yorumlamalar yapmalarıdır. Örneğin, birisi size gülümseyerek yaklaştığında bu sizden hoşlandığı anlamına mı gelir? Ya da sizinle eğlendiği aslında bir budala olduğunuzu düşündüğü anlamına mı gelir? Bu yorumlamaya göre değişir.
-
Biyolojik yani genetik ve mizacına yönelik etkilerde söz konusudur. Yeni insanlardan ya da durumlardan korkan ve kolayca rahatsız olan küçük çocuklarda davranışsal ketleme olarak bilinen mizacın yüksek olması durumunda ergenlik döneminde sosyal fobi görülme riski yüksektir. Bu konuda yapılan çalışmalar göstermektedir ki sosyal fobinin yaklaşık %30’u genetik faktörlerden kaynaklanmaktadır.
Sosyal becerileri az olan çekingen kişiler bir konuşmayı nasıl sürdürmeleri gerektiğini, kendilerini daha rahat nasıl ifade edebileceklerini, kaçma davranışı göstermeden nasıl sosyalleşebileceklerini öğrenebilir ve bunu özgüvenlerini artırdıklarında daha rahat yapabilirler. Baktığımızda birçok şeyin sırrının aslında gerçekçi bir olumlu düşünmeden geçtiğini görmekteyiz. Olumlu düşünen insanlar, kötümser olan insanlara göre daha sağlıklı bir yaşam sürmektedirler. Sosyal fobi gibi hem psikolojik hem de sosyal yönden yaşanılan ve sizi zorlayan durumların tedavisinde bazen ilaçla bazen psikoterapi desteğiyle ve bazen de duruma göre her ikisiyle devam edilen süreçte düzelebilir. Bu yöntemlerin faydası ve katkısı bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. Yaşamımızda yenilenebilmek mümkündür.